Kendine acıma modundan çık, kır kabuğunu.
Ayakların yere sağlam bassın, kaplumba misali sırt üstü düştüğün an, bittin sen.
Sanma ki düştüğün yerden kaldıracaklar seni.
Bir avuntu yeri bu dünya, ve sen burada hiç büyüyemeyen bir çocuksun.
Sen neden insanların gözüne bakamıyorsun bilmiyormusun?
Kırılmaktan korkuyorsun!
Bir çok kez kırıldığın için aynı acıyı duymak istemiyorsun.
Yalnızlığında avunmayı arıyorsun!
Dağ bayır dolaşarak hem de.
Bütün enerjin bacaklarında toplanmış, yürüyor yürüyorsun.
Sen bir şeylerden kaçmak istiyorsun.
Nedeni belirsiz bir kaçış bu!
Bitap düşüp bir çalının gölgesinde uyuyup kalacaksın.
Rüyaların avutmaya çalışacak seni!
Her uyanışında bir acı olacak benliğinde.
Asla kendinden kaçamayacaksın.
Gökte uçan kuşlara özenirsin ya hep!
Özgürlüğü pekistirirsin kuş kanatlarında.
Ama onların kanatlarının da kırılgan olduğunu bilirsin, aynı gönlünün kanatlarının kırıldığı gibi.
Hayallerinde yarattığın bir düşmanla savaşırsın çoğu kez, bir türlü yenemezsin ya, sen haklı olduğun bir savaşı bile kazanamazsın.
Heybende ağırlık yapan bütün yüklerinden kurtulmak isterken, kaygıların çoğaltır yükünü.
Bir türlü oh çekip, rahatlayamazsın.
Gecenin karanlığında maviliği özlerken, yıldızları küstürmenin kaygısıyla göğün karanlığına bakarsın.
Bazen de yıldızlara özenip, bir ateş topu olup yanmanın hayalini kurarsın.
Kuralsızlığın kurallarını destansı bir havayla yazmaya kalkarsın.
Gülünç oluyorsun bak!
Haddini aşıyorsun.
Aslında sen kendi yağmurlarında sel olup taşıyorsun.
Kendini aştığını sanıp, hayallerin dibine düşüyorsun.
Aslında yalnız olmanın izdırabını yaşıyorsun.
Sıradanlığını sıradışı hayallerle yok etmek isterken çamura batıyorsun.
Çamurun içinde inci tanesi falan da değilsin, düştüğün batağın içinde yitip gideceksin.
Bir gün batımında veya güneş doğarken.
Veya puslu bir havada.
Tuncay Aytaç